“Vücut yapıları kemik yerine kıkırdaktan oluşan, bu nedenle de su altında oldukça kıvrak hareket edebilen köpek balıklarının en büyük dezavantajları, kemikli balıklarda bulunan ve su içinde dengede kalmalarını sağlayan “yüzme keselerinin” olmayışıdır. Bu nedenle yüzmeyi bıraktıkları anda ağır bir metal parçası gibi dibe çökerler. Bununla beraber yüzme keselerinin olmaması, su içinde dikey yönde oldukça hızlı hareket edebilmelerini sağlar.”
Bu tarzda bilgiyle sürekli karşılaşırız ama bu tür bilgilerin insanda uyandırması gereken fikir sadece köpek balıklarının ilginç özelliklere sahip olmaları değildir. Asıl önemli olan detay aynı özelliğin hem avantaj hem dezavantaj olmasıdır.
Bu gibi aynı özellikte pozitif ve negatif olmak üzere iki yönlü sonuçlarının olması bir hayvanla ya da canlıyla sınırlı değildir. Dünyadaki yaşamın bir kuyruklu yıldızla başladığı teorileri, yine bu yaşamın sonunu getirecek olanın bir kuyruklu yıldız olması teorilerini de beraberinde getirir. Yani hayatta aslolan olumluyla olumsuzun içinde kendimize ne kazandırdığımızdır. Dünya’da her 10 kişiden 1’inde olan disleksinin de kişinin hayatını zorlaştıran olumsuz yönleri olduğu gibi hayatı insana bambaşka hale getiren birçok olumlu yönleri de vardır.
Dislektiklerin en önemli isimlerinden olan Albert Einstein disleksi sayesinde astrofiziğe damga vurmuştur. İki yüz elli yıldır kabul gören Isaac Newton’un yerçekimi kanununa karşı İzafiyet Teorisi ile bilim dünyasının yeni Galileo’su olmuştur. Bir gün şehir içi otobüsünde giderken saat kulesine gözü takılır. Kafasında “eğer otobüs ışık hızıyla giderse ne olur?” sorusu yer bulur. Eğer gidebilseydi saati duruyor olarak görürdü çünkü geçen zamandaki ışıklar ona yetişemez ve değişimi göremezdi. Bu izafiyetin temelini atmıştır. Bunu ortaya atarken bir patent bürosunda memurdu tanınan bir fizikçi veya teorisyen değildi. Onda bunu uyandıran, diğerlerinin göremediklerini görüp düşünmesi belki de disleksiydi, disleksinin onda kazandırdığı davranış, yaşayış ve görüş farklılığıydı.
Bu şekilde disleksi olup da insanlık tarihine damga vuran birçok isim vardır; Mozart, Leonardo da Vinci, Tom Cruise, Walt Disney, Agatha Christie, Robin Williams, Thomas Edison, Alexander Graham Bell, Stephen Hawkings, John Lennon… Bu isimlerin disleksi olduğunu öğrenen insanların dislektiklere ön yargıyla yaklaşması akla mantığa aykırı olacaktır.
Başlangıç olarak disleksiyi tanımlamadan önce Özel Öğrenme Bozukluğu’ndan bahsedelim. Özel Öğrenme Bozukluğu 3 ana grupta incelenir. Bunlar; genel tanımlarıyla okuma bozukluğu(disleksi), yazılı anlatım bozukluğu(disgrafi) ve matematiksel işlem bozukluğu(diskalkuli). Bizim ele alacak olduğumuz Disleksi’ye gelecek olursak Disleksi, ilk kez İngiliz Doktor W.P. Morgen tarafından 1896 yılında tanımlanmıştır. Birçok tanımlama üzerine özetleyecek olursak genetik ve çevresel etkiler sonucu oluşan; normal veya normal üstü zekaya sahip, duyusal sıkıntı yaşamayan, herhangi psikiyatrik ve nörolojik bir tanı koyulmamış insanlarda sol frontal lobun sağ frontal loba eşit ya da küçük olması sonucu görülmesidir.
Disleksi okul öncesi dönemde çocukta kendini belli etmeye başlasa da genel olarak ilkokul döneminde çevresi tarafından belirgin olarak fark edilmektedir.
Dislektiklerin yapmada zorlandıklarına değinecek olursak;
-Alfabede harf dizilişini öğrenme
-Çarpım tablosunu öğrenme
-Öğrenileni çabuk unutma
-Sıklıkla yazım hatası yapma
-Not tutma da güçlük
-Nesne ve kavramların isimlerini hatırlamada zorlanma
-Zamanı doğru kullanamama
-Yön, saat, mesafe bilgisini oturtamama
-Konuşurken anlama uygun kelimeyi seçmekte zorluk
Bunun gibi daha birçok örnek verilebilir.
Dislektiklerin hayatı farklı ele almaları farklı yollardan yürümeleri yaşamlarını bir noktada zorlaştırsa da yeri geldiğinde çoğu insanın elde edemediği, düşünemediği bakış açılarına ve deneyimlere sahip oldukları da bir gerçektir.
Yukarıda bahsettiğim dislektik kişiler bilindiği üzere her biri kendi alanında bir noktaya ulaşmış, ve alanlarında zirveye çıkmış insanlardır. Toplumda hastalık veya eksiklik olarak bilinen bu farklılık bazı zorluklar yaşattığı gibi o zorlukları aşabilen insanları çok önemli yerlere getirmiştir. Önemli olan bunu olabildiğince erken fark edip bir an önce kişide oluşabilecek kötü etkilerini ortadan kaldırabilmektir.
Dislektik kişiler hakkında yanlış bilinen durumlar da vardır. Örnek olarak kişinin okuma yazma öğrenmesi disleksi olmadığını göstermez. Disleksi olan kişi okuma yazma öğrenebilir, eğitim kalitesiyle de diğer bireylerle eş seviyede bunu sürdürebilir.
Disleksi birey hafızanın işleme sürecini kapsayan Kodlama-Saklama-Hatırlama evrelerinden Kodlama evresinde sıkıntı yaşamaktadır. Disleksi olan kişilerin eğitimlerinde temel hedef doğru kodlama yapabilmeleridir.
Peki disleksi tanısı konulmuş kişilere nasıl yaklaşmalı ve bunu olumlu bir hale nasıl getirmeliyiz? Öncelikle disleksi tanısından sonra en önemli süreç eğitim kalitesi, çevrenin kişiye göstereceği sabır ve kişiyle empati kurabilmekle başlar. Kişiye disleksi tanısı konulduğu andan itibaren süreç tümdengelim yöntemi kullanılarak başlamalıdır. Tümdengelime teoriden gelip aslına ulaşma denilebilir örnekle açıklarsak ilkokulda okumaya harflerle değil fiş cümleleriyle başlanması ve bunun üzerine okuma yazma öğrenilmesi tümdengelimdir. Disleksi’de de bu yöntemle bireye yaklaşılması faydalıdır. Bunun üzerine ek olarak sık sık okuma tekrarları, hafıza oyunları, dikkat artırıcı etkinlikler, kişiye özgüven kazandıracak faaliyetler disleksi için önerilenler arasındadır.
Günümüz dünyasında böylesine hayatımızda olan Disleksi’ye karşı tutumumuzun, kişiye karşı yaklaşımımızın bir nebze olsun değişimi umuduyla..
EDA NUR ŞİMŞEK
KAYNAKÇA:
disleksi.com.tr
Özel Öğrenme Bozukluğu : Disleksi/ Ebru Cündübeyoğlu/ TEDxİKÜ
https://www.mentalup.net/blog/disleksi-okuma-ve-ogrenme-bozuklugu : Bünyamin Kapıcıoğlu
mhthayat.haberturk.com : Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Başak Ayık
�<
Comments